Antik Yunan’da sade bir biçimde yemek yenilirken Sicilya’da
sofrada her türlü lüksün yerleşip yaygınlaştığı biliniyor. Günümüzdeki açık
büfe düzeni de o zamandan kalmadır.
Antik Yunan’da Î.Ö. 5. yy da evlerde haremlik, selamlık vardı,
kadınlar örtünürdü ve kadınlarla erkekler ayrı odalarda ve ayrı şeyler
yerlerdi. Kuzey komşuları İskitler’de (İ.Ö. 800- İS 200) kadınlar örtünmez,
kadın erkek bir arada ve hergün pişmiş et, kısrak sütünden yapılmış peynir yer
kısrak sütü içerlerdi.
Bizanslılar sofra düzeninde
gelişkin bir zevke sahipti. O sırada Avrupa’da böyle bir alışkanlık yoktu.
Bizans’ta yemek odasına girmeden önce ayakkabılar dışarıda değiştirilirdi.
Bizans’ta
10. yy sonuna
kadar şölenlerde bir masanın çevresinde bulunan sedirlerde yerlerdi. İskemle
günlük hayatta kullanılırdı. Sofra da çatal, kaşık, bıçak olmasına rağmen, elle
yemek tercih edilirdi. Çatal Doğu’da icat edilmiş, nasıl kullanıldığını
Bizans’tan öğrenen Venedikliler tarafından II. yy da Avrupa’ya götürülmüştür.
Selçuklular yemeğin parçalı
kısmını, şiş ile yiyip suyunu içiyorlarmış. Bu şişin Çinlilerin yemek
çubuklarına benzediği sanılıyor.
Kaşık, bilinen yemek gereçlerinin
en eskisidir. Bugün kullanılan kaşık formunun gelişimi 17. yy da olmuştur.
Bıçak yeme gereci olmadan önce av silahıdır. Yeme gereci olan en eski bıçak
örneği iki uçludur: Bir ucu kesmek, bir ucu ağza götürmek için. 17. yy da
Fransa’da iki ucu keskin bıçak üretimi yasaklanınca bugün kullandığımız tek ve
yuvarlak uçlu bıçaklar ortaya çıkıyor.
Osmanlı’da bıçağın sofrada kullanılması çatalla birlikte, 19. yüzyılın ikinci yarısındadır. Bizde ilk çatal-bıçak kullanan Padişah II. Mahmut’tur (1808-1839). Aynı dönemde sarayda alafranga büfeler düzenlemeye başlandı. Sultan Abdülmecid zamanında, 1856’da Islahat Fermanı ile gelen yenileşme döneminde sinide yeme yerine masaya sofra kurma ve çatal-bıçak kullanımının köşklerde yaygınlaşması başladı. Çağdaş anlamda lokanta II.Meşrutiyet sonrasında günlük yaşama girdi. Osmanlı ev yemekleri yapan ilk Türk lokantası Konyalı oldu (1879).
Osmanlı’da bıçağın sofrada kullanılması çatalla birlikte, 19. yüzyılın ikinci yarısındadır. Bizde ilk çatal-bıçak kullanan Padişah II. Mahmut’tur (1808-1839). Aynı dönemde sarayda alafranga büfeler düzenlemeye başlandı. Sultan Abdülmecid zamanında, 1856’da Islahat Fermanı ile gelen yenileşme döneminde sinide yeme yerine masaya sofra kurma ve çatal-bıçak kullanımının köşklerde yaygınlaşması başladı. Çağdaş anlamda lokanta II.Meşrutiyet sonrasında günlük yaşama girdi. Osmanlı ev yemekleri yapan ilk Türk lokantası Konyalı oldu (1879).
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı padişahlarının onun devrine kadar
süren “Padişahın başkalarının bulunduğu sofrada yemek yemesi” geleneğini Fatih
Kanunnamesi ile kaldırmıştır. Bu gelenek Sultan Abdülaziz’e kadar devam
etmiştir. Padişahların yalnız yemek yeme geleneği 1860’da Rus çarının kardeşi
Konstantin’in Kudüs’ten dönerken İstanbul’a uğraması ve Sultan’ın onunla aynı
masada yemesi ile son buldu.
1309-1376 arasında Fransa’da Avignon Sarayı’nda yaşamış yedi Papa
da yemeklerini tek başına yemişti. Bu sarayda etin mutfak dışında herhangi bir
sofrada bıçakla kesilmesi yasaktı. Yemekte bıçağı yalnızca Papa kullanabilirdi.
Padişahların eti de bütün getirilir, parçalanmaz, o işi Padişah kendi yapardı.
Padişah sofrasında çatal bıçak olmadı, sadece çorba ve hoşaf için iki tane
kaşık bulunurdu. Sofrasında içine ilaç ya da zehir karıştırılacağı için tuz
bulunmazdı.
Osmanlı dönemi lezzette olduğu gibi sunumda da sofistikasyon
dönemidir. Sadeliği yeğleyen saray ikramda görkem ve törensellikten ödün
vermez. Sarayda yapılan ziyafetlerde yemeklerin bazen 100 çeşidi aştığı
yazılıdır. Varlıklı Osmanlı sofralarında, akşam yemeğinde düğün veya özel bir
ziyafet yoksa, yirmi-yirmibeş ayrı çeşit yemek sofraya gelirdi.
Osmanlı saray yemeğinde beyazlık, yemekte arılık ve inceliğin
karşılığıydı.
Osmanlı ordusunda aşçıların elleri eldivenliydi. Eldiveni kirli
olan aşçının cezası yüz değnek idi. Yemek pişen çadırlara sinek girmemesi için
çadırlar balık ağından yapılırdı.
Temizlik mutfağın ön koşuluydu. “şartlama” denen üç kez yıkama çok
önemliydi.
Osmanlıda yemeklerin sessizlik içinde yenmesi, sofrada yemek
yiyene saygı gösterilmesi; sofrada kanaatkârlık ana öğelerdir. Osmanlılar
yaşamak için yerler, yemek için yaşamazlardı. Yemeklerin çok çeşitli olması,
bazı kişilerin sevmedikleri olursa ötekilerden yiyebilmeleri kaygısını taşırdı.
Sofraya gelen bu çeşit çeşit yemeklerden ancak iki-üç lokma alınırdı. Hiç kimse
bir Türk sofrasında yeterince yedikten sonra bir saniye daha oturmaz, oburluk
diye bir şey yoktu. Osmanlı sofra görgü kurallarına göre fazla yemek, durmadan
atıştırmak, başkalarının sırasını kapmak, oburluk sayılır, hoş karşılanmazdı.
Osmanlı mönülerinde yer alan yemeklerin ve tatlıların hangi sıra ile yenildiği
konusu açıklığa kavuşmuştur. Yemekte konuşup eğlenilmezdi.
Osmanlı sofraları hiçbir zaman Roma şölenleri gibi danslı,
müzikli, saatlerce süren eğlence alemleri değildi. Osmanlılar müzikli ve danslı
eğlenceleri yemekten sonra düzenlerlerdi. Onlar için sofraya oturmak, özellikle
18. yya dek, karın doyurmak ve bu nimetleri veren Allah’a şükretmek içindi.
Eğlence ise ayrı bir işti. Yemek sırasında padişaha hizmet edenler de hiç
konuşmadan ve en ufak bir
gürültü yapmadan işlerini yürütürlerdi / tamamlarlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder