Buzul mavisi.Norveç,
Briksdal Buzulu. 2005’te UNESCO Dünya Mirası Listesine alındı. Briksdal Buzulu,
Jostedalsbreen Buzulu’nun 24 kolundan biri.
|
Beyaz renk masumiyetin, saflığın, vaftizin, dine dönüşün,
sevincin, dirilişin, mutluluğun, sonsuz yaşamın rengi olarak kabul edildiğinden
Hıristiyanlıkta beyaz veya boyanmamış kumaştan giysiler revaçtadır.
Kumaşı griye, sarıya, beje çalmayan kar beyaza boyamak zordur ve ancak
14. yüzyılda başarılabilmiştir. O döneme kadar yalnızca keteni karmaşık bir
işlemle beyaza boyamak mümkündür. Hıristiyanlıkta beyaz meleklere, bakirelere,
din şehitlerine ait bir renk iken siyah perhizi,tövbe etmeyi ve acıyı; kırmızı
İsa’nın ıstıraplarını, onun ve onun için dökülen kanı, şehitliği, kurbanı ve
tanrı aşkını çağrıştırır. Ortaçağda rengin ışık mı yoksa madde mi olduğu
tartışılmıştır. Kilise için bu önemlidir, çünkü ışıksa tanrısaldır, madde ise
hiledir ve tapınaktan atılması gerekir. İncillerde sıkça geçen safir ile
özdeşleştirilen mavi, 12. yüzyıl sonunda kiliseye girer, artık altın sarısı
gibi mavi de tanrısal ve göksel ışıktır. ‘’ Color’’ sözcüğünün etimolojisi de
rengin ateşten ya da güneşten doğduğunun altını çizer (calor-sıcaklık ). Bu
yüzyılda Meryem mavi ile ilişkilendirilir. Bundan sonra giysilerinde hep mavi
kullanılacaktır. Oğlunun yasını tutan Meryem’in giysileri daha önce,
İmparatorluk Roma’sından beri adet olduğu üzere, hep siyah veya koyu
renklerdir. Mavi böylece Meryem ile tekrar yas rengi olur. Ama mavi artık
Meryem kültünün gelişmesiyle sevilen bir renktir. 19. yüzyılda Günahsız Doğum
dogması ile Meryem’in ikonografik rengi saflığın ve bekaretin simgesi beyaz
olur.
13. yüzyılda Fransa’da Meryem’in iki simgesi, mavi ve
zambak, Krallığın armasında birleştiriliyor. Batılı Hıristiyan ülkeler
Fransa’yı takip ediyor,mavi kralların, prenslerin, soyluların rengi haline
geliyor. İmparatorluk renkleri kırmızı olan İtalya ve Germen ülkeleri de
sonunda modaya uyuyor. Ortaçağın sonunda çivitotu ve çivit üreten ülkeler
bolluk ülkeleri oluyorlar. Tekstil endüstrisi Batı ortaçağının en büyük
endüstrisidir. Doğu Avrupa ve Yakındoğu ise kırmızıya boyamaya yarayan
kırmızböceği ihracatından çok para kazanır.
Ortaçağda Yaratıcı tarafından belirlenen düzeni ihlal
ettiği düşünüldüğü için karıştırmak, harmanlamak, kaynaştırmak, birleştirmek
şeytanca olduğu düşünülen işlemlerdir. Bu yüzden boyacılar, simyacılar,
demirciler, eczacılar toplumda kaygı ve şüphe uyandırırlar. Yeşil rengi elde
etmek için mavi ile sarıyı karıştırmak yerine yeşil tonlarını doğal yeşil
pigmentlerden ( yeşil topraklar, bakırtaşı, bakır pası, şeker akçaağacı,ısırgan
yaprakları,pırasa suyu ) yararlanılır. 16. yüzyıla kadar mavi boya tekneleri
ile sarı boya tekneleri aynı boyacı işliğinde bulunmaz. Kırmızı boyacıları
maviye, mavi boyacıları kırmızıya boyayamaz. Yasalar buna engeldir. Oysa
boyarmaddenin dokumanın liflerine iyice işlemesine ve sabitlenmesine yardımcı
olmak için bir aracı maddenin ( şarap tortusu, şap, sirke,idrar, kireç...)
kullanılması gerekir. Bu işleme mordanlama, kullanılan aracı maddeye mordan
denir. Ortaçağın sonundan itibaren mordanı, boyayı ve kumaşı kaynatmak zorunda
olan ‘’kaynatma boyacıları’’ ile bu işlemi yapması gerekmeyen ‘’tekne’’ ya da
‘’çivit boyacıları’’ ayrıdır ve birbirlerinin işini yapamazlar. Bu da yasalarla
önlenmiştir.
Dünyadaki tatlı su
kaynaklarının % 10’u buzullar.
|
13. yüzyılın ortasına gelindiğinde artık 6 renge ( beyaz,
kırmızı, siyah, mavi, yeşil, sarı ), daha zengin kombinasyonlara, siyah/beyaz,
kırmızı/beyaz karşıt çiftlerine ilaveten kırmızı/mavi karşıtlığına da ihtiyaç
vardır. Toplumdan gelen yeni talepler ve ideolojik hedefler bu yöndedir ve
kimyasal, teknik ilerlemeler de bu yönde seferber olur.
Ancak, 1346-1350 yıllarındaki büyük veba salgını savurganlığı önleme yasalarının çıkmasına sebep olur. Bu yasalar 18. yüzyılın ortalarına kadar çeşitli biçimlerde sürer. Yasaların ilk nedeni ekonomik gibi gözükür. Fiyatların yükselmesini, Doğu’dan gelen lüks ürünlerin ithalini önlemek, gösteriş amaçlı lüksü frenlemek. Ahlaksal açıdan Hıristiyanlıktaki tevazu ve erdem geleneğini sürdürmek; ideolojik yönden ise, giysi aracılığı ile toplumsal ayrım yaratılmasını önlemek: Tanrı’nın istediği düzeni bozmamak. Çok renklilik, güçlü kontrastlar, çizgili, damalı, alacalı giysiler yasaktır, iyi bir Hıristiyana yakışmaz. Siyah ve gri çok revaçtadır.
Yasaklanan renkler olduğu gibi zorunlu kılınan renkler de olmuştur. Dürüst vatandaşlar ile toplum dışı olanları, Hıristiyanlarla Hıristiyan olmayanları karıştırmamak temel amaçlardır. Ayırt edici bir renk/ işaret taşımanın vergisel bir işlevi de vardır. Renksel formüller de, işaret biçimleri de çoktur ve bunlar yer yer, zaman zaman değişir.
Reform ile renk suçlu düşer: Renk yapmacıklık, gösteriş, aldatmaca, yanılsamadır. Maddedir, tehlikelidir. Doğrudan, iyiden uzaklaştırır. Resim sanatında biçimlerin, çizgilerin açıkça görülmesine engel olur.
Protestanlar için de siyah en onurlu, en erdemli, en Hıristiyan renktir. Reformculara göre rengi tapınaktan bütünüyle çıkartmak gerekir. Kırmızı lüksü ve günahı simgeler. Luther, kırmızıyı, renkli Katolik Roma’nın simgesel rengi olarak görür. Beyaz, gri ve mavi hoşgörülebilir, namuslu renklerdir. Calvin, doğada bulunan yeşile de razıdır. Giysi, İlk Günah’a bağlıdır, insana düşüşünü hatırlattığı için koyu, sade ve ölçülü olmalıdır. Bu görüşler 19. yüzyılın ikinci yarısında bile kendini hissettirir. Sanayi boyutunda üretilen malların renkleri siyah, beyaz, gri, mavi dizisi içindedir.
Oysa, Karşı-Reform için hiçbir şey Tanrı’nın evi için
yeterince güzel değildir. Roma Kilisesi barok sanatı ile renk tapınağı haline
gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder