İnanç tarih boyunca
insanla beraber varolmuş, insanların en büyük ihtiyaçlarının başında gelen, insanın
kopmaz bir parçasıdır. Kişilerin inancın kendilerine sağladığı güven, huzur ve
güce ihtiyaçları vardır.
Dinin, geleneklerin,
açık veya gizli tapım şekillerinin ve boş inançların bir bütünün parçalarını
oluşturduklarını düşündüğüm için, “din” yerine “inanç” sözcüğünü kullanmayı
seçtim. Aynı nedenle, “inanç” sözcüğünün “din” sözcüğünden daha kapsamlı
olduğuna inanıyorum. Ayrıca, inanç, dine oranla daha kişiye özel bence.
Kendi inançlarımızın ve ibadet şekillerimizin tek olmadığına, dünyada bizim görmediğimiz, bilmediğimiz, sözünün edildiğini bile hiç duymadığımız pek çok inanç ve ibadet şekli olabileceğine kendimizi alıştırabilirsek çok daha hoşgörülü kişiler olacağımıza ve böylece daha mutu bir dünyaya kavuşacağımıza mutlak gözüyle bakıyorum.
Birbirinden çok
farklı imiş gibi görünen inançların ortak yönleri olduğunu; insanlık tarihinde
aynı söylencelerin çok farklı coğrafyalarda söylenegeldiğini, ortak sembollerin
kabul gördüğünü de unutmamak lazım.
“Bütün insan
ırklarında üstün nitelikler, erdemler, hoş taraflar olduğu gibi, hiçbir din de
değersiz değildir; bunların her birinde, soylu ya da güzel bir yan bulmak
mümkündür” diyen Fransız düşünürü Felicien Challaye’nin sözü, yol gösterici
olabilir diye düşünüyorum.
Her aydın kişinin,
inancın, insanlığın en büyük mutluluk kaynağı olmasının yanısıra, ayrımcılığın,
adaletsizliğin, ıstırapların ve yaşanmış en büyük katliamların nedeni de olduğu
gerçeği üstünde, dikkatle düşünmesi gerektiğine inanıyorum.
Yirmibirinci yüzyılda
artık insanların birbirlerini inançlarıyla değil “insanlık” özellikleriyle
değerlendirmeleri gerekir. Dünyanın hemen her köşesinde, çağlar boyunca,
sayısız medeniyet ortaya çıkmış; bazılarının etkileri uzun sürmüş, diğerleri
kısa sürede ortadan silinmiş. Kesin olan birşey varsa, o da, tarih boyunca
bütün bu medeniyetlerin birbirlerini etkilediği ve birbirlerine pek çok miras
bıraktığı. Bu nedenle, bir Hristiyan azizine, başka bir isim altında,
Müslümanlar tarafından saygı gösterilip dua edildiğini görebiliyoruz. Yine bu
yüzden, bu ve bunun gibi birbirine benzeyen değişik inançlara sahip
toplulukların birbirlerine düşman olmaları, temelde olanaksız, aynı zamanda
anlamsız...
Düşünmezine yardımcı
olabilmek umuduyla.
Bugüne kadar gördüğüm değişik kültürler, yerel özellikler, günlük
yaşamla ilgili farklı stiller, farklı mimariler, giysiler ve başka başka
tapınma biçimleri... farklı inançların, farklı uygulanışları... İşte, sanırım
en ilginç bulduğum bu...
Müslüman Tunus’ta Ay
Tanrıçası Tanit’in M.Ö. 5. yüzyılda yapılmış bir mozaiyine rastlamak, ardından
modern Kerkouane’de bahçedeki taflanın yine Tanit biçiminde budandığını görmek;
o kadar eski bir efsanenin hala tümüyle terkedilmemiş olduğunu farketmek...
Hindu ve Budist
tapınaklarında, tıpkı camiye girerken olduğu gibi ayakkabıların çıkartılması...
Renk cümbüşü, tütsü dumanları, saygılı, sessiz bir kalabalık...
Buda’nın yüzlerce
heykelini barındıran tapınaklar...
Lao Tzu’nun müritleri
olduklarını söyleyenlerin Taoist tapınakları her ziyaretlerinde, girişte
satılan ölümsüzlük iksirinden bir şişe alıp, adak olarak sunağa pişmiş tavuk ve
meyva bırakmaları...
Esas öğretiye
böylesine aykırı, zaman içinde oluşmuş, yerleşmiş ibadet şekilleri...
“Ulusun Başöğretmeni”
olarak kabul edilen Konfüçyüs’ün mabetlerinde vurmalı, yaylı ve nefesli
enstrümanlar ile müzik yaparak inançlarını pekiştiren Çinliler...
Budizmin farklı bir
uygulaması ile, yaşayan bir ilahe peşindeki Nepalliler...
Hıristiyanlığı kabul
etmiş ama kendi ata dinini ve yerel adetlerini de buna eklemlemiş Kubalılar,
Guatemalalılar... Ermişler arasına kendi yerel kahramanlarını da katmış,
kendisine daha yakın hissedebileceği zenci bir Meryem’e gönül vermiş olanlar...
Katolik kilisesine
bağlı olarak kabul edilen, ama hastalara iyi geldiğine inanılan bir mankenin
sigara külünün peşinde olanlar...
Tepedeki Pascual
Abaj’a adaklar götürüp sağlığını kazanmayı umanlar ve onların yakınları...
Semavi dinlerden,
Buda, Lao Tzu, Konfüçyüs ve popüler kültürden bir karışım oluşturarak yeni bir
inanç sahibi olmuş Vietnamlılar... Mabetleri, rahiplerinin ve rahibelerinin
giysileri, ayinleri ile inanılmaz ve gerçekten görülesi Cao Dai Tapınağı...
Chiapas Eyaleti’nin
dağ köylerinde çam iğneleri ile tamamen kaplanmış döşemenin üzerinde yüzlerce
mum yakarak kiliselerinde ibadet eden, içkileriyle gelmiş Meksikalılar...
Müslümanlar gibi ayrı
ayrı bölümlerde ibadet eden kadın-erkek Musevileri bir panel ile ayıran Ağlama
Duvarı...
Kapadokya’da mağara kiliseler...
İncil’deki kutsal
tabloları yazmalarda resmeden, bu yazmalara zaman zaman pullarla, işlemelerle
sevgisini de katan, Süryanilerin samimi kiliseleri...
Öşk-Vank, Erzurum’da zamana
direnen haçlar ile Hofkirche-Dresden’de Meissen porseleninden yapılma modern
haçın kontrastı...
İsa’nın yüzünün
kalıbının çıktığı mendil ile Urfa’yı Fransa’nın St. Theogonnec kasabasına
bağlayan söylence...
Şeb-i Aruz’da türbeyi
dolduran çeşitli milletlerden inananlar... İnançla sema edenler...
Mardin’e kol kanat
geren, o göz alabildiğine uzanan açıklığa anlam katan minare...
Hinduların, Yezidilerin,
Müslümanların, Hıristiyanların, Şintoistlerin ve daha pek çoklarının adak
ağaçları...
Türbe kapılarına
asılan kilitler, örtülen teller...
Hepsi inançla, hepsi
samimiyetle yapılan ibadet biçimleri. Kimisi çok yerel kimisi coğrafi olarak
çok yaygın. Ama hepsi görülmeye, bilinmeye, saygı gösterilmeye değer. Hepsi
kimliklerin birer parçası.
Bunlar benim
görebildiklerim. Daha pek çokları var.
Ben, gördüklerimi
sizlerle paylaşmak istedim.
Bu dosya '' Arkası Yarın '' modüllerimizden biri olacak.
Bu dosya '' Arkası Yarın '' modüllerimizden biri olacak.
Fusun Kavrakoğlu Ph. D. , Ocak 2013
![]() |
Halfeti , Rum Kale |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder